25.06.2015, Perşembe







Yalçın Küçük: Abdullah Öcalan dahil genel af şart
Yalçın Küçük: Abdullah Öcalan dahil genel af şart
16 Haziran 2015 13:30
Font1 Font2 Font3 Font4

Yalçın Küçük, seçimlere ilişkin Deniz Hakan'a yeni değerlendirmelerde bulundu. 7 Haziran'ın bir yarı devrim olduğunu savunan Küçük "Kürtler örs oldular, Türkler çekiç" dedi. "AKP iktidardan düşmüştür. Erdoğan, iktidarsız bir cumhurbaşkanıdır" diyen Küçük, Abdullah Öcalan'ın da dahil edildiği bir genel af gerektiğini söyledi. 7 Haziran'da HDP'nin elde ettiği başarıyı 2. Meşrutiyet devrimine benzeterek "3. Meşrutiyet" diye tanımlayan Küçük, "'Yalçın Küçük ile Apo arasında kardaşlık var' ilan etmişlerdi, sonra ayrı düştük; ama devrim barış çağrısıdır ve yumruk eski günlere dönüşün başlangıcı olabilir" ifadelerini kullandı.

İşte Deniz Hakan'ın Küçük'e sorduğu sorular ve Küçük'ün verdiği yanıtlar…

Deniz Hakan: Yalçın Hocam, bir hafta oldu, seçim sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Özetleyebilir misiniz?

Yalçın Küçük: "Üçüncü Meşrutiyet" diyebilirim. Birincisi 1875-76, ikincisi 1908’dir ve şimdi 2015 yazındayız. "Yarı yarıya devrim" ya da eksik devrimdir, öyle görüyoruz. Tocqueville'in ünlü kitabı "The Ancien Regime" ile benzerlik kurabiliriz. Devrim, ancak “à demi faite”,yarı yarıya yapılmış ve arkası yoldadır, öyle bakıyorum. Fransız Devrim'i öncesinde yarısı yapılmıştı, bizim Haziran Devrim'i başında yarımdır, öyle bırakamayız.

ÜÇ ÖLÜ VAR

D.H.: Özet demiştim ama biraz açar mısınız?

Y.K.: İkinci Meşrutiyet'i hatırlıyorum, devrim'dir ve pasifisttir. Sadece dağa çıkmıştık. Şimdi yumruk yağdırdık. Barışcıl oldu ve elimizden kaza çıktı, üç ölümüz var; Tayyip Erdoğan, Karabulut Kılıçdaroğlu ve Doğu Perinçek adlarındadır. Öldüler, kimseler görmediler, gizlice gömdük.

Diktatorya ile demokrasiyi, her zaman ve kolaylıkla birbirinden ayıramıyoruz, galiba buradayız. Devrimsel olanın çok demokratik olabildiği bir noktaya giriyoruz. Bir diktatoryayı da ancak devrimci yolla devirebiliriz. Çok az, yüzde 13, yüzde 14 oy; sonuçları itibariyle, bir diktatoryayı çökertmek şansını elde etmiş durumdadır. Çökmektedir, yaşatılma çabasını da çöküntüyü de görmeyi öneriyorum.

Tüm devrimler, azınlıkların işidir.

Çoğunluğu temsil ettiler. Üfürüklü ve tükürüklü ve yıkılan bir diktatoryadır.

HDP'YE OY VERENLER YUMRUK OLDU

D. H.: Azınlık derken, kimliklerden bahsetmiyorsunuz sanırım?

Y.K.: Deniz Hanım, tabii ne ilgisi var, çok basit. Kürtler örs oldular, Türkler çekiç. Bu yüzde 13, yüzde 14'ün, ne kadarının Kürt, ne kadarının Türk olduğunu söyleyebilecek durumda değiliz. Çok önem de vermiyorum. Oran hesaplarıyla ölçmeye kalkanları ilkel buluyorum.

Devamlı olması için de şu anda hiç bir nedenimiz yoktur. Boş umutları, hayalleri kovuyorum.

Ama yine de bir neden var, "zorunluluk" diyoruz.

Başka bir durumla karşı karşıyayız. Görebildiğimiz, belirleyici olan, Nişantaşı, Bebek, Etiler, Türkiye'nin en varlıklı, en zengin semtleri, ek olarak en aydın yerleri ve yer yer gayrımüslimlerin bulunduğu mahalleler, oylarını hdp'ye atmış görünüyorlar; yüzde 80 görünen yerler var. Ama buralarda verenlerin hdp ile hiçbir alakası yok. Düne kadar da Kürt siyasetine karşı olduklarını düşünebiliriz. Bu devrimci bir durumdur, çünkü iktidarı paralize etmek istediler. Bir yumruk oldular. "Yumruk" bir kısım Türkler'in yeni adıdır. Aralarında yaşlılar çoklar.

BAYKAL'A BAŞVURMASI UĞURSUZLUK İŞARETİ

D.H.: "Yumruk" sözünü daha önce de kullandınız, neyi kastediyorsunuz?

Y.K.: Kastedilen nokta, mutlak çoğunluğu olan bir iktidarın paralize edilmesidir. Tarifi zor bir durumla karşı karşıyayız. Mutlak ve yıkılması pek uzak görünen bir iktidar birden felç olmuş haldedir.

Demokrasi bir görüntüdür ve bu gerçektir. Yıkış, gerçekliktir.

Daha da önemlisi, akp ve Tayyip Erdoğan, çok tereddüt gösterse de sonucu kabul etmek zorunda kaldılar. Erdoğan, ikinci kez, ilki başbakan olabilmek için, Deniz Baykal'ın içinde olduğu bir "oyun" kurmak amacıyla yola çıktı, ama, Baykal bu kez yanaşmamış görünmektedir. Buradayız. Ancak, Erdoğan'ın Baykal'a başvurması, her zaman bir uğursuzluk işaretidir. Chp, her zaman yobazizmin, gericiliğin can simididir. Aslında Kılıçdaroğlu simit bile olamadı. Erdoğan'ın simidi arkadaşımız Baykal'dır.

Tabii, zina bir kez parçalayıcıdır. İkincisine zina diyemiyoruz. Yeni bir zina tarifini düşünmek zorundayız; kaset zinadır, heyecan yarattığını hatırlıyorum. Şimdi heyecan yok, biraz tiksinti…

MİLLETVEKİLİ BELEDİYE BAŞKANLIĞI SATIYORLAR

D.H.: Peki, "devrim" dediniz. Sizce chp ile mhp’nin etkisi var mı?

Y.K.: Tabii var. Bu ikisi, köylerde yüklüklerde duran buğday çuvalları kadar varlar, hareketleri yoktur. Bakın şimdi de sadece şaşkındırlar. Akepe'nin çöküşü karşısında ne sevinçleri ne de yollarını görüyoruz. Bunlar, akepe düzeninin asalaklarıydılar. Şimdi sadece neyi kaybettiklerini ve neyi kazanabileceklerini hesap ediyorlar.

D.H.: Ağır konuşuyorsunuz, biraz açalım mı?

Y.K.: Daha ağır, chp, akp’siz bir ülkede milletvekili ve belediye başkanı satarak para kazanamaz. Ancak esas işi budur. Ticaret için akp'ye muhtaçtır. Zor dostum, zordur. Akp, chp için bir ticaret kapısıdır. Peki bu mu, bu herkesin bildiği sırdır. Satışları da, paraları torbalara koyanları da hep biliyoruz.

D.H.: Ne demek istiyorsunuz?

Y.K.: Bu Atatürk'ün partisinde milletvekili ve belediye başkanı satarak zengin olanları biliyoruz. Herkes de biliyor. Gerektiği zaman açıklayabilirim. Güzel, ben açıklarsam, açıklanmış demektir. Sonra bir kısmı hapistedir.

Sözcü ve Hürriyet meddahtırlar. Rahmi Turan ve Ertuğrul Özkök'ün methiyelerini okurken utandım, tiksindim, artık okumuyorum. Hırsızlıkları övecek tarif bulamıyorlar.

MHP MÜZELİK OLDU

D.H.: Mhp'yi yok sayıyorsunuz…

Y.K.: Yoksa var mı? Akp'nin pareleli ya da tokmakçısıdır. Gürültü yapar, mutlak yolunu açar.

Engin Alan'ın dilini keser, Sinan Oğan'ı kovar, Yusuf Hoca ise müzelik olmuştur, geriye ne kalıyor? Mhp’yi dünyadan çıkarınız, dünya daha sakin ve daha akli olacaktır.

GENİŞ AKP'NİN İÇİNDELER

D.H.: Yıkılanın yerine bir hükümetin çıkamayacağını mı düşünüyorsunuz?

Y.K.: Hayır, koalisyon hükümeti seçimden önce hazırdır, à demi faite.

Chp ve mhp'yi akp'den pek ayrı düşünmek imkansızdır. Chp, Baykal ve Kılıçdaroğlu ile hep atını vuran kovboy oldu. Son seçim ise tam bir komedidir. Ekmeleddin İhsanoğlu'nun adaylığı, bir "Cumhuriyet Partisi" için sadece yüz karasıdır. Utanç vericidir ve utanmıyorlar.

Son seçime ise girdiklerini dahi söyleyemeyiz. Hiçbir eleştirileri olmayan ve sadece alkış tutan küçük bir sürü ile karşı karşıyaydık. Seçimde olduklarından emin değiliz. Doğu

Perinçek de seçime girmedi, arttık politikacı da sayamıyorum.. Bir hudut muhafaza takımıdır, sevimli bir arkadaşımdır. Ne yapalım, yolunu şaşırmış pek çok arkadaşım oldu, ama chp'ye kızıyorum, Doğu'ya üzülüyorum. Doktorası da var, daha verimli bir iş yapabilirdi. Devlet Bahçeli'ye gelince, tartışmayı bile düşünmüyorum. Bahçeli'nin son günlerdeki hedefsiz sertliği bir yana, akp'den ayrı bir tek adım atmadığını biliyoruz. Geniş akp'nin içindedirler.

Üçü de, chp, mhp, dpp, bu Vatan ve İş'ten daha doğru addır. Geniş Akp'nin içindeydiler ve hep kaldılar.

Erdoğan'a esir oldular ve kurudular.

KÜRTLER'E VERİLMİŞ EMANET OY YOK

D.H.: Dpp herhalde Doğu Perinçek partisi oluyor. Peki, bir “emanet oy” tartışması var. Ne diyorsunuz?

Y.K.: Deniz Hanım, somut durumun somut analizini yapmama izin verir misiniz, Selo'nun"emanet oylar" sözü gittikçe daha yanıltıcı oluyor. Taşrada sıkışıp borç alanlar, halılarını ya da ceketlerini emanete verirlerdi. Burada böyle bir durum yok, görmüyoruz. Seçim günü yaklaşırken, ben yakın arkadaşlarıma, Kürtler'in beklediklerinden fazla oy çıkabileceğini söylemiştim. Güzel, öyle çıktığını biliyoruz. Bana da "çok yaşa hoca"dediler. Çok yaşasınlar, diyorum.

Benim ailemden birisi ODTÜ’de rektör olmuştu, akıllıdır. Bu seçimde Kürt pusulasını kullanacağını duymuştum. Bir diğeri çok büyük devlet işletmelerinde genel müdürlük yaptı, Kürt pusulasını atacağını, aile sohbetlerinde söylediler. Bizim oğlumuz, yurt dışında özel işletmelerde genel müdür, bir günlüğüne İstanbul'a uğramış, annesine Kürt pusulası kullandığını haber etmişti. Temren, bir faşizan gericiyi, Ekmeleddin’i, Atatürk'ün koltuğuna, cumhurbaşkanı adayı yaptığı için Cehepe'den nerede ise nefret ediyordu, kandırıldığını düşünüyordu, ve seçimde Kürt işaretini kullanacağını söylemişti. Başkaları da var, "elit" diyebiliriz, bunların hiçbiri Kürtler'e oy vermedi; yaptıkları, sandıklara gidip, bir hedefe, yumruk atmaktır. Ve hiçbiri bana sormadı. Türk aydınının bu kadar akıllı davranmasına ise sadece hayranlık duyuyorum. Bana umut verdiler. Bunlar yumrukçu Türklerdirler.

Peki ben mi, bana, hapislerde oy pusulası vermediler. Hâlâ vermelerini bekliyorum. Oy kullanamadım.

Ve Kürtler'e verilmiş emanet oy yoktur, diyorum. Yobaza vurdular ve şimdi çok keyifliler, "helal olsun" diyorlar. Hepsi budur. Bir de şu var, " bu kafayı, 'emanetçi' kafayı, kafa sayamayız. Hala marabadır'lar, diyorum. Ve birden yükseldiklerini sanıyorlar. Bochum' da “Kürdün Başı” üzerine nutuklar atmıştım, boşa mı ve inanmak istemiyorum.

ERDOĞAN DÜŞMÜŞTÜR

D.H.: İnanmak istemediğiniz nedir? Biraz açar mısınız?

Y.K.: Selo Demirtaş'ın Aydın Doğan'ın evine gidip saz çalıp türkü söylediğini duydum. Doğan, "Selo'nun sazı iyiymiş, bir getiririn," demiş, getirmişler, sazını da almış… Hâlâ inanmıyorum, yaptıysa, sıkılmamasına pek şaşırdım. Ayrıca karısı da yanında türkü söylemiş olmalıdır, bilmiyorum, kurnaz Kürt aşıklarının işidirler. Aydın Doğan mı, diktatoryanın komisyoncusu ve chp'nin yöneticisidir. On yılda sermayesini beş katına çıkaranlardandır.

Doymazlar. Ve, Erdoğan biraz sıkıştırınca, "biz sana hep sadık olmadık mı" deyip ağlayan adamdır. Erdoğan'ı cumhurbaşkanı olarak görebilmek için her oyunu kuran iş adamıdır. Bu, bir.

Ve iki, Erdoğan düşmüştür. Hem artık akp'ye daha az yakındır, hem akp artık iktidarda değildir; böyle bir halde, hdp'nin akp'den çözüm beklemesi gerçekten aptalcadır. Bunlar, hâlâ tabi'dirler . "Uydu" demek istiyorum.

D.H.: Çok doğru. Peki, güzel bir noktaya geldik. “Yumrukçu Türkler” ve “yarı devrim” diyorsunuz. Hdp ise akp ile çözüm peşinde koştuğu sürece, Türkiye’deki tüm ilerici güçlerle karşı karşıya geliyor. Yeni anayasa tartışmasını şimdilik bir yana bırakalım. Hdp’nin “çözüm” dediğinde, ön plana çıkardığı başlıklardan biri, Öcalan'ın özgürlüğü pazarlığı. Akp ile pazarlık sürerken, Kürt siyasi hareketinden devrimci, hatta “yarı devrimci” herhangi bir çıkış beklemek mümkün mü?

Y.K.: Önce şunu söylemeliyim, iktidarsız bir insandan çözüm arayanlara doktorlara gitmelerini tavsiye ediyorum. Başka kapıya ya da kapı olmayı denemek durumundadır.

D.H.: Ne demek istiyorsunuz?

Y.K.: Aydın Doğan ve Ertuğrul Özkök, bazı çıkışları bir yana, dün de bugün de akp iktidarının destekçisidirler ve bunu saklamıyorlar. Bu seçimde akp'nin iktidarı kaybetmesi karşısında nerede ise ağladılar. İstedikleri, Erdoğan'ın bir-iki tokat yemesi ve iktidarda kalmasıydı. En çok yanına pek yakın adamları K. Kılıçdaroğlu'nu koymayı planladılar.

Selo'nun, Aydın Doğan'ı eğlendirmek için ayağına gitmesi ve saz çalmasını, eğer aklını kaçırması saymıyorsak, başka bir şeyini kaçırdığı şeklinde anlayabiliriz.

Tekrar ediyorum, akp iktidardan düşmüştür. Erdoğan, iktidarsız bir cumhurbaşkanıdır. Bana göre ve pek çoklarına göre ise cumhurbaşkanı değildir. Bu ayrı ve tekrarlamıyorum. Ve bir akp politikası olan "çözüm" de artık yoktur.

Çözüm, Musul kapısındadır. Çözüm, Şam'la bir olmaktadır.

Erdoğan, artık düşüktür, Türk anayasasına düşmüştür. Başkanlıktan düşünceye kadar, yakın ve yarından da yakındır, çocuklarına acıklı hikayeler anlatmalıdır. Tavsiyemdir.

ÖCALAN DAHİL GENEL AF ŞARTTIR

D.H.: Peki, nereye geliyoruz?

Y.K.: Akp'ye ve dönemine geliyoruz. Bir polis devletindeyiz. Akp iktidarı her gece pek yeni ve pek ağır ceza kanunları imal ediyordu, Türkiye, Orta Çağ hukukuna ya da Medine Dönemi'ne, dönmüş haldedir. Cezaevlerinde yer yoktur. Her gün şiddeti daha da şiddetlendirmektedir.

Bu bir, o halde, Türkiye'nin modernleşmesi şarttır. Akp ceza kanunlarının hepsi reddedilmeli ve silinmelidir. Bu, iki.

Burası cumhuriyettir. Hep hatırlamak ve hatırlatmak durumundayız.

Üç, genel af şarttır. Bu Cumhuriyet'in tarihi, bizim tarihimiz, genel aflar tarihidir. Biz, Medine yobazlarının hukukunu benimsemeye mecbur değiliz. Bu, yobazlara uygundur. Zalim bir dönemden geçtik. Akp her an, ceza mahkemelerinin pek büyük yanlışlıklar yaptığını ileri sürmüştür, buradayız. Tekrar ediyorum, genel af kaçınılmazdır. Genel af, "af" değil, akp'yi silmek demektir.

Dört, peki Öcalan da içinde mi, hiç kuşku duymuyorum. Bir kez, Mehmet Ali Ağca'nın tahliyesine karar verdiler, herkes, "tekrar hapse" yollu bağırmıştı ve sadece ben tahliyesinde ısrar etmiştim. Tabii Öcalan ile Ağca'yı bir tutmuyorum. Kaldı ki ben Öcalan ile pek çok kez beraber oldum, pek çok kez tartıştım. Ayrıca, "Yalçın Küçük ile Apo arasında kardaşlık var" ilan etmişlerdi, sonra ayrı düştük; ama devrim barış çağrısıdır ve yumruk eski günlere dönüşün başlangıcı olabilir. İlaveten benim doktrinime göre on beş yıl, zındanda ve tek başına kalmış birisi artık cezaevi kapısındadır. Çıkmaya hazırdır.

Diğer noktaları yazmıyorum. İktidarlar Öcalan'ı bir "mapus" saymıyorlar. İstediği zaman bir manifesto yayınlayabilmektedir ve istedikleri yanına getirilmektedir. Öyleyse tutmak, ikiyüzlülüktür ve ikiyüzlülüğe gerek yoktur. Görmüyorum. Cumhuriyet'te esas olan insandır.

İKİNCİ MEŞRUTİYET BİR JÖN TÜRK HARİKASIDIR

D.H.: Bir de "meşrutiyet" yorumunuz var, onu da açabilir misiniz?

Y.K.: Halide Edip Hanım, İkinci Meşrutiyet Günü, Türkiye'de bir tek suç işlenmediğini yazmıştı. Ben tekrarlıyorum, bir devrimdir ve devrim herkesin yeniden nefes aldığı ve yaşama yeniden başladığı gündür. Ve ben, kendi sözlerine uzaktan bakan ve çok ciddiye alan bir insanım. Sözlerle ve düşüncelerle yaşıyorum ve Cumhuriyet de işte budur.

Lenin'in "sürekli devrim" teorisini de ciddiye alıyorum.

Üstad Sabih Kanadoğlu'nun 13 Haziran’da odatv’de yayınlanan, Nurzen Hanım ile son mülakatında, sürekliliğe vurgu var. Pek yerindedir. Üstad, tam zamanında meşrutiyet çığlığı atmaktadır.

Kaldı ki, Zafer Toprak Hocamız ile, dört kitabını kısaca analiz etmiştim ve tekrar yazmak istiyorum, çok yakın düşünüyoruz; modern Türkiye, İkinci Meşrutiyet ile başlamıştır. Bu çok doğrudur. Cumhuriyet, hep hümanisttir ve biz cumhuriyet isek, işimiz yobazları, Medine müslümanlarını kovmak demektir.

Kemalistler, İkinci Meşrutiyet'i devam ettirdiler. Öyleyse, cumhuriyetçiler ile İttihatçılar arasında doktriner sorun olduğunu ileri sürmek, önce korkuya dayalı bir abartma ve sonra sınırlara dayalı bir daralmadır. İkinci Meşrutiyet, bir Jön-Türk ya da bir İttihatçı harikasıdır.

SELO İYİ OYNADI

D.H.: Peki, okurlarınız bana çok kızacak, ama son sözlerinizi alabilir miyim?

Y.K.: Yanlış anlaşılmak istemem Selo bütününü ele alırsak iyi oynadı. Ancak sazı ve yobazizme türküleri fazladır. Ve hep fazladır. Ve şimdi üçüncü meşrutiyet'teyiz. Ve ben İstanbul'da, Ortaköy'de, Bebek'te, caddelerde, sokaklarda Meşrutiyet'i gördüm. Korku uzaktaydı ve kaçıyordu, insanlar insanlardan korkmuyordu, birbiriyle konuşuyordu, her köşeden bir insan çıkıyordu, görüyordum. Medineliler ve Medineli zorbaların başları eğiktiler. Ben İstanbul'da diktatörün çıraklarını boynu bükük gördüm. Sinmişler.

Ve insanlarımız tarihimizden koparılmışlar. Meşrutiyet Bayramı'nı bilmiyorlar.

Ben de, inadına, tek başıma bayram yapıyordum. Erasmus'un Deliliğe Methiyesi'ni

çalıyordum. Pek zamanıdır. Ve Yumruk Türkler'e methiyemdir.

Röportaj: Deniz Hakan

Odatv.com



Yukarı Geri Ana Sayfa

x

Telgrafhane'yi Facebook'tan takip edin



Telgrafhane'yi Twitter'dan takip edin

x
Telgrafhane facebook uygulamasına
bağlan
70 Sorgu Yapıldı. 0,344 Saniyede Oluşturuldu.