14.08.2015, Cuma







İHSAN BABAK YAZDI.. NİYET GERÇEK PARADOKSU
İHSAN BABAK YAZDI.. NİYET GERÇEK PARADOKSU
4 Ağustos 2015 16:29
Font1 Font2 Font3 Font4

Bir önceki yazımda (Peki, şimdi ne olacak?) Erdoğan stratejisi üzerine bazı varsayımlar üreterek belli öngörülerde bulunmuştum. Keşke yanılıyor olsaydım da, son günlerde yaşanmakta olan ölümlerin hiçbirisi yaşanmasaydı.
Son gelişmeler ne yazık ki beni haklı çıkardı. Ve haklı çıktığım içinde çok üzgünüm. 
Neler oldu? Kısaca hatırlatmak istiyorum. Önce Suruç’ta çok tartışılır bir provokasyon gerçekleştirildi. İŞİD’in yaptığı söylendi, ancak İŞİD bunu üstlenmedi. 
Arkasından ABD’ye “Hayret, bu kadar kolay olacak mıydı?” dedirten, görüşmeleri önceden başlamış İncirlik Anlaşması geldi. Bugün anlıyoruz ki, bu anlaşma Obama için bölgedeki diğer “önemsiz” gelişmelerle kıyaslanamayacak ölçüde önemli! O halde bu anlaşmaya imza atan Hükümetle mücadele de bizim için bir o kadar önemli olmalı! 
(M.Ali Güller 25 Temmuz Aydınlık)
Hemen ardından Hükümetin TSK ve Emniyet aracılığı ile her türlü yasallığı yerle bir ederek son yılların en kapsamlı operasyonunu başlattığını gördük. Önce İŞİD’e karşı bir görüntü verildi, hemen ardından Kuzey Irak’ta ve içerde PKK/KCK/HDP ile onların kuyruğuna takılmış irili ufaklı “sol” örgütlenmelerin hepsinin “terörist” ilan edilerek, hedef alındığını gördük. 
Armudun sapı var, üzümün çöpü var demeden eldeki istihbari bilgilerde ne var ne yoksa, yaygın bir süpürme hareketi ile herkes göz altına alındı. 
Yandaş basın ve onun kuyruğuna takılanlara kalırsa, bu operasyonlarla PKK/KCK/HDP’ye “müthiş” darbeler indirilmeye devam ediliyor. 
Önce şu gelişmelere sakin sakin bir bakalım. Kestirmeden gidelim ve kısa yazalım.    
Önce, ne demiştik, hatırlatalım:
“Peki, iyi de bu kadar tehlikeli bir stratejiden yeniden tek başına AKP iktidarı çıkabilir mi? Neden olmasın? Çünkü çatışma ortamının bütün faturası medyadan da yararlanılarak yapılacak mükemmel bir algı yönetimiyle tamamıyla HDP’ye fatura edilecek ve bu partinin yeniden baraj altına itilmesi mümkün hale getirilmeye çalışılacaktır. AKP’nin seçimden bozguna uğrayarak çıkmasının en önemli nedeni HDP’nin parti olarak seçimlere girerek barajı geçmesi değil midir? O halde HDP’yi aşağıya iterek, yukarıya çıkma stratejisi akıllı bir stratejidir. Zaten zamana da bunun için ihtiyaç duyulmaktadır.”
Son operasyonun temel nedeni; kesinlikle “mili refleks” filan değil, Erdoğan’ın yukarıda özetlenen bu temel stratejisidir ve PKK/KCK’da yaptıklarıyla bu stratejiye çanak tutmaktadır.
Son manzara şudur: Askeri açıdan bakıldığında bu operasyon diğer askeri operasyonlardan da bildiğimiz şekilde “MIŞ” gibi yapmaktır. 
Neden? Devlet daha önce de çeşitli kereler PKK hedeflerine hava operasyonları gerçekleştirmiş ancak bunların hiçbiri PKK’ya ciddi bir darbe vuramamıştır. Esasen Ortadoğu coğrafyasında gerilla tipi örgütlenmelere karşı hava operasyonları yaparak, sonuç almak mümkün değildir. ABD’nin İŞİD’i bombalamasını hatırlayalım. Sonuç? Eski tas, eski hamam. Silah üreticilerine para kazandırmaya devam. 
Ancak, mükemmel bir algı operasyonu yürütülerek çok başarılı bir askeri operasyon görüntüsü yaratılmaktadır. Bazı ulusalcılarımız da ciddi ciddi bu algıya yem olmaktadır.
Aslında asıl niyet kısa sürede ortaya çıkmıştır. HDP’yi parlamento düzleminden dışarıya itmek. Böylece onun oy potansiyelini doğrudan ya da seçim sisteminden yararlanarak dolaylı olarak yeniden AKP’ye çevirmek.  
Yazılı ve görsel medya gene o malum görüntüyü sergilemektedir. Sanki gizli bir el “Aman arkadaşlar storları sımsıkı kapatın pencereden içerisini hiç kimse görmemeli” talimatı vermiştir. Tam bir algı yürütme operasyonu yapılarak, asıl niyet gözlerden gizlenmeye çalışılmakta, bunun için artık sıkıntı veren malum kişilerle malum TV programlarında kırk değişik takla atılmaktadır.
Gene bir hatırlatma, demiştim ki;
“Tam da bu noktada yanıtının verilmesi gereken temel soru şu: “AKP’ye kim hakim olacak?” Henüz bu sorunun yanıtını hiçbirimiz kestiremiyoruz. Buna ikinci siyasi kuvveti analiz ederken ayrıca değineceğim. Ancak geçerken şunu da söylemeden edemiyorum. 8 Haziran sabahı estirilen bayram havası ve “Bakın Erdoğan devrildi!” söylemlerini bugün artık herkes acı bir gülümseyişle hatırlıyor.”
Artık yukarıdaki sorunun cevabını da biliyoruz: AKP’ye tam anlamıyla hakim olan Erdoğan olmuştur. CHP ile “koalisyon kurmama” görüşmelerini, Erdoğan’ın beyin takımı yürütmektedir. 
Erdoğan’ın zaman geçirmeye ihtiyacı vardır ve MHP ile yapılacak görüşmeler sırasını beklemektedir. Hiç kimse “Bahçeli kapıyı kapattı” demesin. Kapı açık mı, kapalı mı yakında göreceğiz! 
Sonuç: Ne yazık ki yeni ölümler bizleri bekliyor. Bu arada büyük şehirlerde derinden sarsıntı yaratan terör eylemleri de beklenmelidir. Umarım bu tahminlerin tümü yanlış çıkar. Bazı siyasi güçler bu kaotik ortamdan yeniden tek başına AKP iktidarı çıkarmak için çok kararlıdır. Burhan Kuzu ya da Yalçın Akdoğan’ın söylediklerine kulak kabartmak yetecektir. 
Durum özetle budur. Ancak bir de bazı siyasi kuvvetler açısından önemli birkaç noktaya daha değinmekte yarar var: 
1. Dış güçler: Özellikle ABD, bir kere daha Erdoğan’ın hafife alınamayacağı dersini almıştır. Devlet tamamen bir oldubittiye getirerek PKK/KCK’yı hedef almıştır ve her zaman kullanılmak üzere el altında tutulan bir piyona karşı bu operasyon Amerika’nın aslında pek de hoşuna gitmemiştir. Bununla birlikte İncirlik anlaşmasının yarattığı olumlu hava ve operasyonun aslında göstermelik kalacağı realitesi yüzünden ABD bu yaramazlığı şimdilik görmezden gelmeyi yeğlemektedir. ABD için PKK’nın Barzani gibi ciddi bir alternatifi zaten mevcuttur ve hemen Kürt koridorunun yeni aktörü olma rolüne soyunmaya ne kadar istekli olduğunu da göstermiştir. Bu operasyonlardan “Kürt koridoruna darbe” sonucunu çıkaranlara söylenecek tek söz vardır: Hadi canım, sizde! Bu yazının başlığının Niyet, Gerçek Paradoksu olmasının bir nedeni de budur aslında. 
Şu an için, CHP cephesinin bütün direniş ve yalvarmalarına rağmen, Gül-Gülen-CHP hükümet formülünü artık çöpe atan realist ABD seyirci pozisyonundadır ve AKP’nin HDP’yi aşağıya ittirerek yukarıya çıkma stratejisinin sonucunun ne olacağını merakla beklemektedir. Sonuca göre yeniden pozisyon alacaktır. 
2. AKP: AKP ile Erdoğan’ı ayırma gereği giderek ortadan kalkmaktadır. Gül’e umut bağlanan geçici bir dönem yaşanmıştır, ancak Gül gibi her zaman çok aşırıya vardırılan bir ihtiyat çizgisinde durmayı tercih eden bir siyasi figür tarafından radikal adımlar atılamadığı için Erdoğan yeniden AKP’ye hakim olmuştur ve bugün için artık yeniden “AKP demek Erdoğan demektir!” çizgisine geri dönülmesi gerekmektedir. 
3. CHP: Olası bir erken seçimde en çok güç yitirecek olan siyasi kuvvettir. Her dönemeçte yanlış bir yol izleyerek önüne çıkan tarihi fırsatları birer birer harcamaktadır. Tarih bize Kılıçdaroğlu’ndan Genel Başkan olamayacağını döne döne göstermektedir. Ancak CHP’nin bugünkü haliyle, Genel Başkan alternatifi kesinlikle kendisinden daha kötü birisi olacaktır. Günün birinde “ABD’nin esas oğlanı” olabilme hayalini her şeyin önüne geçiren bir siyasi parti için başka türlüsünün beklenmesi de mümkün değildir.    
4.MHP: “Bak çözüm süreci denen şeyi de çöpe attım. Hadi gel kollarıma!” davetine kayıtsız kalmasını bekleyen birisi varsa, bir adım öne çıksın! AKP ile koalisyon yapıp yapmayacağı ve bu koalisyon olursa ne kadar süre devam edeceği tamamen Erdoğan’ın stratejisine bağlıdır. Son yılların MHP’si ne zaman “yönlendiren” bir siyasi güç olabildi ki? Şimdi de durum farklı değildir. MHP gene yönlendirilen olacaktır. 
5.HDP: Radikal olamayan bir başka siyasi figür de Demirtaş’tır. Kürt halk kitlelerini gerçekten temsil edebilme şansını yakalamıştır. Ancak bunun olmazsa olmaz koşulu,  hem İmralı’ya hem de Kandil’e cepheden açıkça karşı çıkabilme ve terörü karşısına alan yeni bir siyasi rota çizebilmektir. Kah İmralı tarafından üstü kapalı tehdit edilmiştir, kah Kandil tarafından fırçalanmıştır ve bu süreçlerde HDP’nin içine yuvalanmış sözde “solcuların” hiçbirisi Demirtaş’ın yanında durmamış, Kandil ile birlikte olmayı tercih etmişlerdir. Bunu anlamak için Demirtaş ile Yüksekdağ’ın eş zamanlı bazı açıklamalarına bakmak yeterlidir. 
Konu Demirtaş olunca AKP stratejisi ile ilgili olarak bugünlerde ortaya çıkan yeni bir noktaya da değinmek gerekiyor. Bir yandan HDP kapatılmakla tehdit edilirken, diğer yandan da AKP, oy kazandıran en önemli faktör olarak gördüğü için bireysel olarak da Demirtaş’ı tehdit etmektedir. 
İşin ilginç yanı şu ya da bu şekilde Demirtaş’ın tasfiye edilmesi, taşıdığı liderlik potansiyeli yüzünden İmralı ve Kandil tarafından da arzulanmaktadır aslında ve ciddi bir karşı çıkış görmeyecektir. Bu konuda AKP, Kandil ve İmralı arasında adı konmamış kendiliğinden bir mutabakat oluşmuştur. Olan Kürt halk kitlelerine olacaktır. Çünkü Demirtaş, onların bu tarihi kavşaktaki tek şansı olabilme potansiyelini taşımaktadır.    
Diğer yandan HDP ile parlamento düzeyinde temsil PKK/KCK’nın çok da umurunda değildir aslında. Zaten bu durum önemseniyor olsaydı, yangına körükle gidilmez ve operasyon karşısında ne pahasına olursa olsun çatışmasızlık ortamı korunurdu. 
Görünen köy kılavuz istemiyor, olası bir erken seçimde Hükümet her türlü yasallığın da üzerinde tepinerek HDP’nin oy alamaması için elinden gelen her şeyi yapacaktır! Hatta bir adım öteye geçerek, seçimlerin belirsiz bir zamana ertelenmesi gibi çılgınca planları da uygulamaya koyabilir. Çünkü, “ne pahasına olursa olsun, tek başına iktidarı teslim etmemek!” bu da bir seçenek AKP/Erdoğan için!   
6.Parlamento düzleminde yer bulamayan Ulusalcı kuvvetler:
Bir önceki yazımda da değindiğim gibi, son derece dağınık durumda olduklarından, genel olarak dikkate alınabilecek bir tavır sergilemeleri zaten mümkün değildir. Bu nedenledir ki, Banu AVAR ya da Birgül Ayman GÜLER ve adını burada tek tek sayamayacağım diğer  değerli aydınlarımıza bir kere daha “tek başınıza hiçbir şey yapamazsınız!” demem gerekiyor. 
Bir örgütlenmeye dahil olunuz ve o örgütsel yapının size göre yanlış olan taraflarının düzeltilmesi için mücadele ediniz. Merak etmeyiniz, Türkiye bugün o kadar zor bir kavşak noktasını dönmeye çalışıyor ki, hiçbir örgüt iç mücadelelerine engel olma iradesine sahip olamayacaktır! 
Durum bu olmakla birlikte, hem örgütlülük açısından hem de siyasi etki açısından “ulusalcı” kuvvetlerin öncüleri arasında sayılması gereken VATAN partisini kısaca ve ayrıca ele almak gerekiyor. 
Aslında beni bir hayli üzecek şeyler yazmak zorundayım. Diğer taraftan da yazıyı uzatmamalıyım, uzun yazılar editörlerin çok hoşuna gitmez. 
Aydınlık geleneğine, daha 1968’lerde bulaşmış subjektivizm virüsü ne yazık ki bugün artık bu partinin tüm dokusuna iyice yerleşti. Bütün siyasi yaklaşımlarını belirleyen bir özellik kazandı ve partinin çok büyük bir hızla sağa kaymasına yol açıyor. Bundan sonraki gelişmeler ne olur bilemem. Ancak şu noktalara da değinmeden geçemem:
Beyinlerdeki düşünceler, olması arzu edilenler hızla gerçek yerine ikame edilmektedir. Çeşitli siyasi tutumlarda Vatan giderek yalnızlaşmakta ve tek başına kalmakta ama gene de eski tutumunu ısrarla sürdürmektedir. Yani tam anlamıyla bir niyet/gerçek paradoksu yaşamaktadır. 
Şimdi bazı hususlara kısaca madde madde bakalım:
1. Devlet ve devlet güçlerinin pozisyonları: Önce TSK. Vatan’a göre TSK; hem hükümete hem de ABD’ye karşı inisiyatif kullanabilen adeta bağımsız bir siyasi kuvvet olabilme potansiyeli taşıyan bir konumdadır. Gerçek böyle midir? Bu algıyı destekleyecek tek bir olgu var mıdır? Vatan önce kendi paradigmasını yerine yerleştirmekte, daha sonra olguları bu paradigma içinden kendi niyetine göre süzerek çarpıtmak suretiyle algılamaktadır. Ve dolayısıyla yanlış sonuçlar çıkarmaktadır. TSK’nın Amerikanın müttefiki bir NATO ordusu olduğu gerçeği birdenbire yok sayılmaktadır. Ancak ne yazık ki GERÇEK yerinde durmaktadır! (Bkz. Ferit İlsever’in sosyal medya mesajı) 
Peki o gerçek durum nedir? Şudur: TSK özellikle komuta kademesi itibariyle bugün tamamen emir komuta zinciri içerisinde ve Erdoğan’ın talimatlarıyla hareket etmektedir. Bugün artık Emniyet Genel Müdürü ile Genel Kurmay Başkanı arasında en küçük bir fark bile kalmamıştır. Bu gerçeği görürseniz, her şeyi daha farklı okursunuz! Ve üst komutanlarının tamamının kazasız belasız emeklilik günlerine ulaşmanın hasretiyle yanıp tutuştuğunu tahmin etmek o kadar da zor değildir. Bugün için Ortadoğu’da ABD’nin kendisine tanıdığı inisiyatifin dışına çıkması kesinlikle mümkün değildir. Geçmişi hatırlayalım: halk güçleri açısından bundan çok daha olumlu koşullarda bir Irak operasyonundan yüz geri edilebilen bir TSK’nın bugün için ABD’nin “Tamam kuzey ırak bombalamaları bitmiştir!” demesine rağmen Kuzey Irak’ı bombalaması hayal dahi edilemez. 
Gelelim Erdoğan’a: Erdoğan bugün artık anti-emperyalist bir çizgiye mi gelmiştir? Erdoğan karşıtlığı gözlerini kör edenler onun nasıl da “milli bir refleksle” hareket ettiğini göremiyorlar mı? 
Yoksa Erdoğan temel hedefine uygun stratejilerine bağlı, ara taktiklerle mi hareket etmektedir? Kürt koridorunun gerçekleşip gerçekleşmemesi Erdoğan’ın umurunda olabilir mi? Dün olduğu gibi bugünde bu ABD’nin meselesidir ve yakın gelecek açısından bakıldığında Erdoğan için olsa da olur, olmasa da olur! Bugünkü tek amacı yeniden AKP’nin tek başına iktidarı olan ve bu ana amaç için bütün yolları mubah gören bir Erdoğan ABD’ye karşı bağımsızlıkçı bir tutum alabilir mi? 
Medyada bazı isimleri her şeyi Erdoğan karşıtlığı penceresinden gördükleri gerekçesiyle, kimi zaman haklı da olabilen gerekçelerle eleştiren Vatan Partisi’ni; ben de “her şeyi PKK/KCK/HDP/PYD denklemi karşıtlığı penceresinden gördükleri” ve bu yüzden de örneğin HDP’ye ve özellikle Demirtaş’a karşı doğru tutum alamadıkları için eleştirsem haksız mı olurum? 
Değerli Aydınlık okurları; Mehmet Ali Güller, Yavuz Alogan, İsmet Özçelik ve Rafet Ballı’nın yazılarının satır aralarını çok dikkatli okumalı, Yalçın Küçük hocanın yazdıklarını okumayı da hiç ihmal etmemelisiniz!   
Uzatmayalım bugün için Erdoğan’a karşı mücadele, Kürt koridoruna karşı mücadeleden ayrılamaz. 
Subjektivizm o kadar uç noktalara vardı ki, son günlerde Aydınlık gazetesinin yayınlarında son operasyonlara sürekli olarak büyük önem verildiği ve desteklenir tarzda yayınlar yapıldığını görüyoruz.
Bu arkadaşlara son operasyonlara ilişkin bazı gerçekleri yeniden hatırlatalım: Tersinin düşünülmesi için yaratılan tüm algı girişimlerine rağmen, ilk saldıran devlet güçleri olmuştur. 
Elbette saldırıya uğrayan KCK/PKK ve onun kuyrukçusu “sol” doğru bir tutum almamış ve her zaman olduğu gibi devlet terörünü davet eden bir çizgi izlemişlerdir. Asker ve polislerin şehit edilmeleri kesinlikle şiddetle kınanması ve karşı çıkılması gereken bir durumdur. Diğer bazı gazetelerin bu noktada hatalı yaklaşımları da elbette eleştirilmelidir. Ancak, bence bir günlük gazete olarak Aydınlık, Sözcü ve Yurt gazetelerinin tutumlarını eleştirmekle birlikte, onların neden bu tutumu aldıkları üzerinde daha detaylı olarak durmalı ve dilini de sorgulayarak, kendi hatalarını da görmelidir. 
Daha önce de değindim. Hava operasyonlarının bir kıymeti harbiyesi yoktur. Vatan kendisine yakın havacı kurmaylarla oturup ciddi biçimde konuşmalıdır. Bugüne kadar ne sonuç alınmıştır ki, bugün ne sonuç alınabilir? Operasyonun askeri boyutunu gereğinden fazla ciddiye almak da ciddi bir yanılgıdır aslında. 
Vatan’ın, sola ve milliyetçiliğe karşı tutumunu daha önceki yazılarımda yeterince eleştirdim. Tek bir cümle daha: Vatan hatalarının kaynağında yer alan subjektivizme karşı yoğun bir düzeltme hareketi başlatmalı ve yeniden SINIF MEVZİSİNE girmelidir. 

 



Yukarı Geri Ana Sayfa

x

Telgrafhane'yi Facebook'tan takip edin



Telgrafhane'yi Twitter'dan takip edin

x
Telgrafhane facebook uygulamasına
bağlan
70 Sorgu Yapıldı. 0,358 Saniyede Oluşturuldu.