Telgrafhane / Emeğin yanında, Aydınlanmanın izinde http://www.telgrafhane.org Telgrafhane, emek ve aydınlanma mücadelesinde ufak bir katkı ortaya koymayı en büyük onur bilen yazarların sitesidir... Mon, 27 Aug 2018 18:29:33 +0000 tr-TR hourly 1 https://wordpress.org/?v=4.7.11 http://www.telgrafhane.org/wp-content/uploads/2017/02/11224421_790885974370137_5320917756084120855_n-144x144.jpg Telgrafhane / Emeğin yanında, Aydınlanmanın izinde http://www.telgrafhane.org 32 32 HÂLÂ TOPLUMA ‘YABAN’IZ… http://www.telgrafhane.org/hala-topluma-yabaniz/ http://www.telgrafhane.org/hala-topluma-yabaniz/#respond Mon, 27 Aug 2018 18:24:58 +0000 http://www.telgrafhane.org/?p=81993 Bir kitap neyi anlatabilir?

Bazı kitaplar çok şeyi anlatır. Öyle çok şeyi anlatır ki, ikinci okuyuşunuzda adeta her sayfasında çarpılırsınız. Yakup Kadri’nin “Yaban”ını yeniden okumaya başlayınca, “Allah allah ben bu kitabı daha önce nasıl okumuşum” diye kendi kendimize sormaya, kendimize kızmaya başladık.

Sayfaların üzerine sık sık not almaya başlayınca, üzerine not alınmış haritalara döndü adeta.

Peki niye mi, böyle oldu?

Bir kere bizce, Yakup Kadri, bu toprakların en büyük anlatı ustalarından biri. Yaban’daki kurgusu muhteşem. Bu arada Yaban’a özellikle “roman” demeyeceğiz. Çünkü Yaban, romandan çok öte. Psikoloji, sosyoloji, sosyal psikoloji, tarih, coğrafya, siyaset, aydınlanma ve daha birçok şeyi barındırıyor.

Yazar, “Zeynep Kadın”da Anadolu kadınının psikolojisini sergiler. Öyle çarpıcı anlatır ki, daha önce yaşayıp gördüğünüz kadınlarımız gözünüzün önüne gelir.

Yaban’ın yazıldığı dönemdeki ortamın, savaşların insanlara, topluma nasıl etki ettiğinin en çarpıcı örneği Şerif Çavuş’tur örneğin…

Bekir Çavuş, Salih Ağa, sığırtmaç Hasan, Mehmet Ali, Emeti Kadın, İmam…

İhaneti-işbirlikçiliği Salih Ağa’da somutlar yazar. Bekir Çavuş, tek bildiği dil olan Türkçe’yi konuşan ama kendini Türk olarak görmeyen kör cehaleti, Sığırtmaç Hasan ise “can sıkıntısı duygusundan bile haberdar olmayan” eğitilmeyen çocukları vurgular.

Emine ise ana babasız kalmış olması yönüyle toplumsal bir yarayı, zaman zaman ise aşk ve tutkuyla bağlanılan, Vatan yerine konulan bir kişiliği temsil eder.

Diğer kahramanlara artık girmeyeceğiz. Ancak harp malülü Ahmet Celal, Yaban’a canını veren karakterdir.

Ahmet Celal vatana aşkla, tutkuyla bağlı bir askerdir. Bu duygularını cepheden cepheye koşarak, bir kolunu kurşun yarası sonucu kaybetmesiyle göstermiştir. Malül olunca askeri Mehmet Ali ile birlikte onun, Eskişehir’in Porsuk Çayı’nın kenarındaki köyüne yerleşir.

Ahmet Celal, bölgeyi, toprağını, ağacını, böceğini öyle bir anlatır ki, Anadolu’nun halen çok yerinde yaşanan yoksunluk dank eder.

Yakup Kadri, Ahmet Celal’e öyle analizler yaptırır ki, Türkiye’nin 87 yıl sonra bile değişmeyen sorunlarını önünüze sergiler. Çok önemli ipuçları da saklıdır bu analizlerde…

Eğer Anadolu kadınını tanımak, çözümlemek, anlamak istiyorsanız Ahmet Celal’in Zeynep Kadın tasvirini çok ama çok dikkatle okumalısınız. Örneğin Zeynep Kadın’ı, “Eli ayağı, bir ağacın henüz topraktan sökülmüş kökleri gibidir ve bilirim ki, vücudu, bir meşe kütüğü kadar sağlamdır. Onun çok kere, küçük boz eşeğin taşıyamadığı en ağır yükleri alnından bir damla ter akmadan dimdik taşıdığını görmüş ve tarlada saatlerce,  belini doğrultmaksızın çalıştıığna şahit olmuşumdur” diye anlatır.

İşte, Zeynep Kadın nezdinde Anadolu kadınının psikolojisi:

“Zaten, bu sakin ve mütevekkil kadının, öfke başına vurduğu zaman ne yapacağı kestirilimez. Bir defa, kasabadan geç gelen İsmail’i (küçük oğlu) altına alıp öyle bir dövdü ki, Mehmet Ali de dahil olmak üzere, bütün ev halkı çocuğu elinden alamadık.”

Bu “vahşi” şiddet, eğer köyde yaşadınız ve benzer bir olayı gözlerinizle gördüyseniz, sadece vahşi değildir. Size çok şey anlatır. Çocuğunu koruma içgüdüsünün abartılı dışa vurumudur, ona ders vermenin en etkili yoludur. Ve yetim çocuğunun başına bir şey gelebilmesi korkusunu teskin etmesidir…

Ahmet Celal, uğruna savaştığı, kolunu feda ettiği vatanı ve üzerinde yaşayan halkının kendisini “yaban” olarak nitelemelerini kabullenemez, söylediklerini inandırıcı bulmamalarına, “boş şeyler” olarak bakmalarına tahammül edemez. Bu uğurda çok uğraşır, zaman zaman pes eder. Ancak tahlilinde, iletişim kuramama-inandıramama-ciddiye alınmamanın sorumluluğunu yine kendisine-aydınlanmacılara yükler:

“Bunun nedeni, Türk aydını, gene sensin! Bu viran ülke ve yoksul insan kitlesi için ne yaptın? Yıllarca, yüzyıllarca onun kanını emdikten ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne attıktan sonra, şimdi de gelip ondan tiksinmek hakkını kendinde buluyorsun.

Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. Bir kafası vardı, aydınlatamadın. Bir vücudu vardı, besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı! İşletemedin. Onu, hayvani duyguların, cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, katı toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi bitti. Şimdi, elinde orak, buraya hasada gelmişsin. Ne ektin ki, ne biçeceeksin? Bu ısırgınları, bu kuru dikenleri mi? Tabii ayaklarına batacak. İşte, her yanın yarılmış bir halde kanıyor ve sen, acıdan yüzünü buruşturuyorsun. Öfkeden yumruklarını sıkıyorsun. Sana ıstırap veren bu şey, senin kendi eserindir, senin kendi eserindir.”

Bu Türk aydınlanmacılarına yöneltilmiş “eleştiri tiradıdır”. Herkes üzerine düşen payını almalıdır. Yoksa, sızlanmanın anlamı yok.

Usta, aynı zamanda gözlemcidir, Anadolu insanına ulaşmanın kısaca ipucunu da vermiştir:

“Anadolu köylüsünde olumlu ve realist duygu hemen bütün diğer duygulara galebe çalmıştır. Ara sıra uyanan ‘lirizm’i bir saniye içinde parlayıp sönüverir. Heyecanlı adamın, onun indinde bir deliden farkı yoktur. Onun güvenini kazanmak için sessiz, ağır ve hiç gülmez görünmek gerekir.”

Şimdi anladık mı, halkın-köylünün karşısında kasılarak, mühim adam pozuna girdiğimizde niye ciddiye alınmadığımızı?

Kitabı okurken hayretlerimi paylaştığım bir dostum, beni daha da hayretlere düşürecek bir değerlendirme yaptı:

“Yazar kitabı 1931’de yazıyor. Yani Atatürk hayatta. Yazar Atatürk’e yürekten bağlı biri. Ancak sanki devrim kadrolarına güveni zayıflamış gibi…”

Yani daha sonra, şimdi olduğu gibi…

Milli Eğitim Bakanlığı’na Yaban’ı okutun demeyeceğiz. Yaban’ı çocuklara bir dönem ders yapın; çözümlemelerle, tartışmayla beyin fırtınası yaptırın.

Aslında bu görev hepimizin. Yaban geldik, yaban gitmeyelim. Bizim, bizi anlamaktan başka çıkar yolumuz yok…

Aziz Arar

telgrafhane.org

]]>
http://www.telgrafhane.org/hala-topluma-yabaniz/feed/ 0
HANGİ 26 AĞUSTOS? http://www.telgrafhane.org/hangi-26-agustos/ http://www.telgrafhane.org/hangi-26-agustos/#respond Mon, 27 Aug 2018 05:05:03 +0000 http://www.telgrafhane.org/?p=81987 26 Ağustos, Cumhuriyetçiler için ulusal kurtuluş için büyük taarruzu simgeler.

Şehzade Bilal ise, vakfı aracılığıyla 26 Ağustos’ta Malazgirt’i kutlayarak ulusal kurtuluşu yok sayma girişimlerine bir yenisini ekleme peşinde…

Çürümüş Osmanlı hanedanlığını canlandırmaya özenenler, büyük satılışın sonuçlarının hep unutulduğunu sanırlar.

Ancak, belgeler unutmaz:

İngilizler, 26 Ağustos’un hemen öncesinde, Temmuz 1922’nin son günlerinde Bandırma-İzmir çizgisinin batısında bir “İyonya Devleti” kurulmasını, başına da bir Yunan Prensi’nin getirilmesini kararlaştırmıştı.

6 Ağustos 1922 tarihli “Le Temps” gazetesi, İngiliz Başbakanı Llyod George’un, “İzmir vilayetinde artık Türk egemenliğinin kurulamayacağını” açıkladığını duyuruyordu.

Atina’daki İngiliz Maslahatgüzarı Bentinck de, İstanbul’un Yunanistan’a verilmesini savunuyor, Yunanların “İngiliz aslanı sayesinde, Kral Konstantin ile Kraliçe Sophia’nın Ayasofya Kilisesi’nde Bizans İmparatoru ve İmparatoriçesi tacını giymelerini” sabırsızlıkla beklediklerini bildiriyordu.

7 Ağustos 1922’de Sultan Vahdettin ise, İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold ile görüşmesinde, Ankara’daki kurtuluşçuları “asi, egoist, şahsi çıkarcı, Bolşevik ihtilalciler topluluğu” diye suçluyordu.

26 Ağustos 1922 ile başlayan büyük taarruz; bütün bu tasarımları ve safsataları yerle bir etmiş, tam bağımsızlık ilkesine dayanan halkçı bir Cumhuriyet’in kuruluşunu taçlandırmıştır.

Tarih bize belgeler:

Halife sultanlık, hanedanlık ve Osmanlı özentisi ile yerli de, milli de olunamaz…

Olunsa olunsa, sarayına sığınan işbirlikçi kukla Vahdettin olunur.

…….

TARİKATLARIN YENİÇERİ OCAĞI

Haziran 2015’te, casusluk cemaatinin, 2008-11 yılları arasında askeri lise kökenli Harbiyelilerin Menteş Kampı ve Kara Harp Okulu’ndan uzaklaştırdığını, Harp Okulu’ndaki öğretmen subayların, öğrenci alımı görevlerinden dışladığını, Atatürkçü subayların çocuklarının sınavlarda elendiğini yazmış, orduya kapıkulu askerleri alındığını yazmıştık.

Yazının hemen ardından, Genelkurmay Askeri Savcısı Ali Müjdat Eski, ifadeye çağırdı. Israrla, yazımızdaki bilgilerin kaynağını öğrenmek istedi. Gazetecinin görevinin edindiği bilgiyi kamuoyu ile paylaşmak, savcının görevinin de “eğer istiyorsa” o bilgileri soruşturmak olduğunu söyledik. 
Bunun üzerine Savcı Eski, “cemaatin ve iktidarın kapıkulu askerleri”nden ne kastettiğimizi sorgulamaya başladı. 
Anlaşılan, askeri savcı, ordudaki cemaatçileri değil, ordudaki cemaatçiliği ortaya koyanları soruşturmakla görevliydi. O yüzden, cemaatin TSK’deki örgütlenmesi ile ilgili soruşturmaları sümen altı ediyordu.
O askeri savcı, yazımızdan bir yıl sonra, 2016’daki darbe girişimi sonrası casusluk cemaati üyesi olmaktan tutuklandı.

Bugün de Kara Harp Okulu’nda cuma namazını hangi tarikatın imamının kıldıracağı konusunda kavga çıkıyor! Genelkurmay Başkanlığı da bu savları “yalanlamak”la uğraşıyor!

2015’teki cemaat örgütlenmesi ile ilgili soruşturmaları cemaatçi savcıya teslim eden Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, bu kez Milli Savunma Bakanlığı makamında.

Bu demektir ki, ordunun “cemaatlerin ve iktidarın kapıkulu askerleri”ne çevrilmesi girişimleri rahatlıkla sürdürülebilir.

Işık Kansu

telgrafhane.org

]]>
http://www.telgrafhane.org/hangi-26-agustos/feed/ 0
SYKES-PİCOT ANLAŞMASI BİR TÜR “BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ” MİYDİ? http://www.telgrafhane.org/sykes-picot-anlasmasi-bir-tur-buyuk-ortadogu-projesi-miydi/ http://www.telgrafhane.org/sykes-picot-anlasmasi-bir-tur-buyuk-ortadogu-projesi-miydi/#respond Mon, 27 Aug 2018 05:01:41 +0000 http://www.telgrafhane.org/?p=81984 Osmanlı Devleti’ni parçalayan gizli anlaşmaların başında Sykes-Picot Anlaşması gelir. Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu toprakları, İngiliz Hükümeti adına diplomat Sir Mark Sykes ile Fransız Hükümeti adına diplomat Georges Picot tarafından imzalanan 1916 tarihli gizli anlaşma ile paylaşılmıştır. Bu paylaşım savaşını siyasi tarihçi, Prof.Dr. Oral Sander şöyle anlatır:

“Anlaşmaya göre Fransa, Suriye, Lübnan, Kilikya ve Musul bölgelerini, İngiltere ise Ürdün, Irak ve Kuzey Filistin’i ele geçirmekteydi. Filistin’in geriye kalan toprakları üzerinde uluslararası bir rejim ve sınırları belli olmayan bir Arap devleti kurulacaktı.”

Emperyalizmin günümüzde Ortadoğu’da yeni haritalar çizme planı Sykes-Picot Anlaşmasına benzemektedir. Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti’nin Fransa, İngiltere ve Rusya arasında paylaşılmasını öngören ve 1916 yılında imzalanan üç gizli anlaşmanın bugün Türkiye’nin de dahil edildiği “Büyük Ortadoğu Projesi”nden ya da yeni deyimiyle “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi”nden hiçbir farkı yoktur.

Sykes-Picot Anlaşmasının belli başlı oyuncuları Fransa, İngiltere ve Rusya iken günümüzde aynı oyuna Amerika da katılmıştır.

Amerika stratejik müttefiki İngiltere ve Fransa ile birlikte Suriye ve Irak’ta Rusya’nın ve İran’ın etkisini kırmak için büyük çaba harcarken PYD/YPG’yi yani PKK’yı da koruması altına alınmaktadır. PYD/YPG unsurlarının Fırat’ın doğusuna yerleşmesi emperyalizmin ileriye dönük attığı bu projede Türkiye’nin ulusal güvenliği tehdit altındadır. Türkiye için yaşamsal önemde olan bu plan aşama aşama uygulanmaktadır. Çok dikkatli olmalıyız.

Daver Darende

telgrafhane.org

]]>
http://www.telgrafhane.org/sykes-picot-anlasmasi-bir-tur-buyuk-ortadogu-projesi-miydi/feed/ 0
ENSAR PROTOKOLÜ NE OLACAK? http://www.telgrafhane.org/ensar-protokolu-ne-olacak/ http://www.telgrafhane.org/ensar-protokolu-ne-olacak/#respond Mon, 20 Aug 2018 05:23:31 +0000 http://www.telgrafhane.org/?p=81981 Danıştay 8 Dairesi, Milli Eğitim Bakanlığı’nın, çocuk istismarının odağı haline Ensar Vakfı ile imzaladığı protokolün, “kamu hizmeti olan eğitim öğretim hizmetinin memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle yürütülmesi”ne ilişkin anayasa hükmüne ve Türk milli eğitiminin temel ilke ve kurallarına aykırı olduğu gerekçesiyle “örgün eğitim” açısından yürütmesinin durdurulmasına karar vermişti.

Kararda, üye Yücel Bulmuş’un önemli bir karşı oy gerekçesi de yer alıyor. Protokolde amaçlanan faaliyetler ile vakfın amaç ve faaliyetlerinin örtüşmediğine değinen Bulmuş, “vakfın hem amaçsal, hem de donanım yönünden yeterli olup olmadığı araştırılmadan” imzalanmış protokolün “yaygın eğitim” yönünden de yürütmesinin durdurulması gerektiğini belirtmiş.

Çünkü protokol, “sosyal sanatsal, kültürel, sportif, teknolojik” alanlarda etkinlikler öngörüyor; Ensar Vakfı ise, “dinsel” eğitim veriyor.

Danıştay, bu kararını Nisan ayının başında verdi.

O günden bugüne hem Anayasa’ya, hem de yasalara aykırı imzalanmış protokol ile ilgili Milli Eğitim Bakanlığı henüz bir tek adım atmış değil.

….

DÖVİZ BARONLARI

 

Dolardaki ve avrodaki artıştan kim yararlanıyor?

Döviz baronları…

Kim onlar?

CHP Parti Sözcüsü Faik Öztrak, onların kimliğini kısaca açıkladı:

“Köprülerde ve otoyollarda döviz cinsinden iş yapanlar… Kamu kuruluşlarına sattıkları malın parasını dövizle ödetenler…”

Baronlara; ayrıcalıkları, soyluluğu, üstünlüğü, ünvanı kim verir peki?

Saray…

….

MEDYANIN GÜNLÜĞÜ

“KizlarSoruyor” platformunun düzenlediği “Bikinili pozların yıldızı kimdir?” anketinde Özge Ulusoy, yüzde 34 oy oranıyla birinci seçildi.

Melania Trump, eşi ABD Başkanı Donald Trump’tan boşanmak için gün sayıyor.

5,5 aylık hamile Azra Akın’a, eşi Atakan Koru 30 bin liralık damla pırlanta yüzük aldı.

Seren Serengil’in, Yaşar İpek ile Bodrum’da düzenlediği düğün yemeğine hiçbir ünlü katılmadı.

Gördüğünüz üzere, memlekette her şey yolunda, ekonomi de tıkırında…

….

İŞ DÜNYASININ GÜNLÜĞÜ

TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik’e göre; genç, enerjik ve yeni bakış açılarına sahip bir kabinemiz var. Yeni kabine son derece büyük bir enerji ve hızla çalışmaya hazır. Bu motivasyon, çok değerli. İyi bir ekonomik program ve kapsamlı bir reform ajandası ile mevcut sorunların üstesinden gelinecek!

TÜSİAD ile ortak açıklama yapan TOBB’a göre de, Türkiye ekonomisinin temelleri sağlam. Hükümetin açıkladığı ekonomik programın hedefleri ve alınmakta olan önlemlerin başarısı için iş dünyası azimle destek olmaya kararlı.

Gördüğünüz üzere, memlekette her şey yolunda, ekonomi de tıkırında…

….

NE YERSE YESİN

CHP’de “değişim” adına yapılan yeni MYK atamalarına ilişkin bir okurumuzdan gelen yorum:

“24 Haziran seçimleri sonrası CHP Genel Başkanı’nın sergilediği tavır hepimizin malûmu. Genetik bir sosyal demokrat olarak artık benim CHP diye sorunum yok artık.

Dokuz kez seçim kaybetmiş birisinin siyasi yaşamının çoktan noktalanması gerekmez miydi?

MYK’yı yeniledi, hiç kimsede olumlu ya da olumsuz bir duygu oluşmadı. ‘Doktor, ne yerse yesin, dedi’ sözü, CHP yönetimini özetler.”

Işık Kansu

telgrafhane.org

]]>
http://www.telgrafhane.org/ensar-protokolu-ne-olacak/feed/ 0
Genel Tutumbilim Dersleri http://www.telgrafhane.org/genel-tutumbilim-dersleri/ http://www.telgrafhane.org/genel-tutumbilim-dersleri/#respond Mon, 20 Aug 2018 05:17:53 +0000 http://www.telgrafhane.org/?p=81978 Tutumbilim (ekonomi) olanaklarla gereksinimler arasındaki ilişkilere dayanan teknikler toplamıdır. Olanaklar, kaynaklar sınırlıdır. Gereksinimlerin sonsuz olduğu söylenirse de bu sav oldukça tartışılır bir savdır.

Tutumbilim bir tercihler, yeğlemeler dizgesidir. Özel girişimlerin çıkarı mı kamusal çıkar mı? Tercihten kasıt budur.

Toplumcu-anamalcı (kapitalist) rejim ayrımı da ayrı tutumbilim yapıları imlese de anamalcı yapı içinde de halkçı, kamucu siyasalar uygulanabilir.

Etkinlik-verimlilik ölçütü kamusal girişim ve kuruluşlarda ayrı, özel girişimlerde ayrıdır. Kamusal alanda ölçüt toplumsal yararken, özel girişimlerde ölçüt kâr ençoklamasıdır (maksimizasyon).

Günümüzde tutumbilimsel güç ancak ve ancak robotların kullanıldığı fabrikalarla, her alanda üretimle sağlanabilir. Bu bilimsel gerçektir ve yadsımak olanaksızdır. Başka seçenek yoktur.

Hiçbir tutumbilimsel yapı (ekonomi) sıcak parayla güçlenemez; kaçınılmaz biçimde zayıflar.

Reel (gerçek) ekonomi nesnel anlamda üretim demektir. Sıcak para ise sanal ekonomidir, borsadır, deyim yerindeyse kumarhanedir. Dünyanın belli başlı borsalarındaki anlık işlemlere, değerli kâğıt değişimlerine dayanır.

Sıcak para yüksek faizle çekilebildiğinden (ki bazı koşullarda bu da yeterli olmaz) ülkeye borç verilen kâğıtlardan kaçış başladığında (bu kaçışlar an sorunu olabilir) tüm dengeler altüst olur.

Borsa, reel ekonomiyle ilişkili olduğu oranda anlamlıdır. Çoğu durumda böylesi bir ilişki bulunmaz.

Küresel dünyayı egemenliği altına alan sıcak paranın etkilerinden uzak kalabilmek için ülke içindeki yerli kaynaklara, özgün buluş ve tekniklere, uygulamalara yoğunlaşmak, dayanmak gerekir.

Bu amaçla yine her alanda planlama zorunludur. Planı olmayanın, plan karşıtının pilavı da olmaz.

Planlama da kamusal yarar da denetimi gerektirir. Ekonomi vurgunculuğun, keyfiliğin, kâr hırsının at oynatma alanı demek değildir.

Tutumbilimde ve yeryüzünde ortak ölçütler sözkonusudur: Ulusal gelir, borç stoku, borç stokunun ulusal gelire oranı, dışalım, dışsatım, ARGE düzeyi, faiz oranı, dışsatımın dışalıma bağımlılık oranı, cari açık, bütçe açığı, merkez bankası yabancı para stoku, enflasyon oranı, işsizlik oranı, döviz kurları, gelir dağılımı, tasarruf oranı, demokratik kurumların işleyiş düzeyi…

Belirtilen bu ölçütlerde sınırları alabildiğine aşmış ekonomilerin güçlü olduklarını söylemek olanaksızdır. Bu yönde hiçbir evrensel ekonomik yapı ikna edilemez.

Emperyalizm bir gerçekliktir. Ne ki öz kaynaklarına, öz gücüne yaslanan, kendi kararlarını kamusal yararı yönünde kendi veren ülkelere kolay kolay diş geçiremez.

Başta da belirtildiği gibi tutumbilim tekniktir, bilimdir. Öznel yaklaşımlarla çözümlenebilecek bir alan değildir. Bilime uygun davranılmadığında sonuçları toplumsal yıkımdır.

Günay Güner

telgrafhane.org

]]>
http://www.telgrafhane.org/genel-tutumbilim-dersleri/feed/ 0
KIBRIS’TA ŞAŞIRTICI GELİŞMELER http://www.telgrafhane.org/kibrista-sasirtici-gelismeler/ http://www.telgrafhane.org/kibrista-sasirtici-gelismeler/#respond Mon, 20 Aug 2018 05:13:54 +0000 http://www.telgrafhane.org/?p=81975 2004 yılında Kıbrıs Rum Kesimi’ne sunulan Avrupa Birliği üyeliği Rum Kesimi ile KKTC arasındaki müzakereleri olumsuz yönde etkilemiş, Avrupa Birliği’nin bilinçli olarak yaptığı bu yanlışlığın arkasına sığınan Rumların KKTC’ye yönelik saldırgan tutumunda bugüne kadar herhangi bir değişiklik olmamıştır.

Müzakerelerde Rum yönetimi Kıbrıs’ta Türkiye’siz bir çözüm üzerinde ısrarla durmaktadır. Rumlara göre Türk askerinin adada olmayacağı, Türkiye’nin de garantörlüğünün kalkacağı bir çözüm Kıbrıs’a huzur getirecektir. Oysa Rumların bu isteği KKTC’nin sona ermesi, Türkiye’nin de yalnız Kıbrıs’tan değil, Doğu Akdeniz’den de tümüyle dışlanması anlamına gelmektedir.

Rumların KKTC’ye yönelik saldırgan tutumu devam ederken Kıbrıs Rum Kesimi’nde son yıllarda Rum Milli Muhafız ordusu adı verilen silahlı kuvvetlerin güçlenmesinde önemli adımların atıldığı fark edilmektedir. Basına yansıyan bilgilerden Rumların aile boyu silah eğitimi hızla devam etmektedir. (Ömer Bilge’nin Lefkoşa’dan haberi, Hürriyet, 3 Mayıs 2018) Aynı haberde Rum ordusunun “seferiler” adı verilen milis gücüne her yıl kısa süreli eğitim verdiği, Rum seferilerin son yıllarda eşleri ve çocuklarını da eğitime götürmeye başladıkları iddia edilmektedir.

Kıbrıs’ta bu şaşırtıcı gelişmeler gerçekleştiği takdirde Rumların özlemle bekledikleri (!) “huzur”un adaya kolay kolay gelmeyeceğini söylemek zorundayız.

Daver Darende

telgrafhane.org

]]>
http://www.telgrafhane.org/kibrista-sasirtici-gelismeler/feed/ 0
EN BÜYÜK TEHLİKE http://www.telgrafhane.org/en-buyuk-tehlike/ http://www.telgrafhane.org/en-buyuk-tehlike/#respond Mon, 13 Aug 2018 10:54:21 +0000 http://www.telgrafhane.org/?p=81970 01.08.2014 tarihli “En Büyük Tehlike” başlıklı yazımda RTE-AKP siyasetinin hedeflerini ve Türkiye Cumhuriyeti’ni bekleyen kısa, orta ve uzun vadedeki tehlikeleri paylaşmıştım.
Geçen bu dört yıl içinde ne yazık ki, kısa vadedeki tehlike gerçekleşti. Yaşadığımız sürece bakıldığında, orta ve uzun vadedeki tehlikelerin de her geçen gün biraz daha yaklaştığı görülüyor. Bir kez daha anımsatmakta yarar görüyorum.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin karşı karşıya olduğu tehlikeleri; kısa, orta ve uzun vadede değerlendirmemiz gerekiyor.

1. Kısa vadedeki tehlike: AKP’nin tek parti diktasından kişi (RTE) diktatörlüğüne geçiş sürecinin ilk adımı olan Cumhurbaşkanlığı seçimidir. Sonraki adım, 2015 genel seçimlerinde AKP’nin Anayasayı değiştirecek çoğunluğu elde edip yarı veya tam başkanlık sistemine geçişidir. Aradaki bu bir yıl içinde bakanlar kuruluna başkanlık yaparak yürütmeyi yönetecek olan RTE, genel seçime Cumhurbaşkanı kimliği ile katılarak AKP’nin çoğunluğu elde etmesi için çalışacaktır.

2. Orta vadedeki tehlike: Din, mezhep ve etnik yapılar üzerine yapılan siyaset sonucunda öne çıkan mezhep ve etnik kimliklerimizin siyaseten kurumsallaşmasıdır. Demokrasilerde olması gereken ekonomik ve sosyal sınıf bilincinin ve kimliklerin (işçi, memur, çiftçi, esnaf, tüccar, doktor, mühendis, sanayici, işveren… vb) yerini dini, mezhepsel ve ırksal kimliklerin alması, toplumun bu kimlikler temelinde (Alevi – Sünni, Kürt- Türk –Laz – Çerkez… vb) kamplaşmasına ve çatışmasına neden olacaktır. (Bak, Irak, Suriye… vb) Siyaseti bu temelde yapan RTE’nin olası başkanlığı böylesi bir süreci hızlandıracaktır.

3. Uzun vadedeki tehlike: Sahip olduğumuz coğrafyaya egemen olma planlarıdır. Topraklarımızın jeopolitik konumu (üç ana kıtanın merkez ülkesi) nedeniyle dünyaya egemen olmak isteyenler öncelikle Boğazlara ve Anadolu’ya sahip olmak istemektedirler. Buna, güneyimizdeki Ortadoğu’nun üstü kutsal, altı petrol dolu toprakları ile Kafkasya ve Asya’daki enerji kaynaklarının varlığı da eklenince emperyalizmin ulusal birliğimizi yok ederek topraklarımıza egemen olma istekleri ve planları hiç bitmeyecektir.

Her üç vadedeki tehlikeler de merdivenin basamakları gibi birbiriyle bağlantılıdır.
Bugün ekonomide yaşanan kriz, bu sürecin bir parçasıdır. Ekonomiyi sermayesine teslim ettiğin egemen güç, siyasi egemenliğine karşı çıkınca elindeki sermaye silahını kullanıyor. Ekonomik bağımlılık işte böyle bir şey…

Tevfik Kızgınkaya

telgrafhane.org

]]>
http://www.telgrafhane.org/en-buyuk-tehlike/feed/ 0
KILIÇDAROĞLU’NUN GÖREVİ http://www.telgrafhane.org/kilicdaroglunun-gorevi/ http://www.telgrafhane.org/kilicdaroglunun-gorevi/#respond Sat, 11 Aug 2018 23:43:42 +0000 http://www.telgrafhane.org/?p=81964 Sanki seçim kazandı.

Ne bir özeleştiri, ne bir sorgulama.

İmzaları hesaplamış, yetmiyormuş, kurultaya gitmeyecekmiş…

Sağcılara gösterdiği yakın ilgiyi, hoşgörüyü, saygıyı partisinin 500-600 delegesinden sakınıyor.

Toplumda, özellikle genç kuşaklarda karşılığı yok. Umut, heyecan, gelecek inancı yaratmıyor, güven vermiyor.

Gücü olmadığından “Hodri meydan, kurultayı topluyorum, çıkın karşıma” da diyemiyor.

Karar vermiş, koltukçularıyla koltuğunda oturacak.

Yapamadıkları, yapamayacaklarının teminatı olduğu gün gibi ortada.

CHP’ye patinaj yaptırma görevini üstlenmiş, gerisi vız geliyor.

Sanatçı dostumuz Bedri Baykam’ın dediği gibi:

“Halkın oy vermeye artık ne tıpış tıpış gidecek hali kaldı, ne şevkle, ne de Cumhuriyet endişesiyle…

CHP seçmenleri artık yorgun, sinirleri bozuk ve kendilerine reva görülen muameleyi kabul edecek halde değiller! Deniz bitti, sabır bitti, hoşgörü bitti. Bu sefer partiyi ve Atatürk’ü ve rejimi, yerel seçimlerde bu şekilde koruyamayacaklarını anlayarak -maalesef Kılıçdaroğlu ve ekibinin hala öngöremedikleri- felaket sonucu ortaya bırakacaklar.”

Felaketi öngörememe değil bu, bir misyon üstlenme.

…..

KURULTAY İMZASI ÇEKTİRME TAKTİKLERİ

Genel başkan “partiye genel başkan yetiştirmek” istemektedir. Henüz kendine benzer bir genel başkan yetiştiremediği için kurultay yapılmaması taraflısı olduğunu etrafına ciddi ciddi açıklar.

Milletvekillerine “Gidin, kurultay için imza veren delegelerin imzalarını geri çektirin” der.

Milletvekilleri illerine giderler. Kurultay için imza vermiş belediye başkanını bulurlar. “Biz seni seviyoruz, yarın öbür gün belediye başkan adaylığın sorun olabilir” derler. Belediye başkanı, “Ben siyasetle karnımı doyurmuyorum. Benim için belediye başkanlığı değil, ülkem ve partimin başarısı önemli” yanıtını verir.

Belediye başkanının imzasını çektiremeyen milletvekilleri, yeni bir belediye başkanı adayı bulmaya karar verirler. Adaylık önerisi götürdükleri biri, “Ben belediye başkan adayı olmam. Olursam da sizin partiden olmam” der.

Çok sosyal, hem de demokrat yöntemlerdir bunlar, bir kurultay toplanmaması için.

…..

ADAY KITLIĞI

Gürsel Tekin, İstanbul Belediye Başkanlığı’na aday oldu.

İstanbul’un sorunlarını bildiğini, İstanbullu ile sürekli iletişim içinde olduğunu, kampanyasını kapsamlı götüreceğini söylüyor.

Bunların hepsi çok güzel.

Anlayamadığımız bir konu var:

Madem Gürsel Tekin, belediye başkanlığına adaylığını koyacaktı, 24 Haziran’da niye milletvekili oldu?

Belediye başkanlığını kazanamazsa kendini sağlama almak için mi, hizmet için mi?

Hizmet içinse, milletvekili olarak hizmetini Meclis’te verebilir, belediye başkanlığını da bir başka partili arkadaşına bırakabilir.

CHP aday kıtlığı yaşamıyor herhalde.

……

BAĞIMLININ DÖNÜŞÜ

Uzmanlar, AKP-ABD ile ilişkileri şu örnekle anlatıyorlar:

“Uyuşturucu bağımlısına benziyorlar. Uyuşturucuyu verene dönüp ‘Bu adam çok kötü, bana uyuşturucu veriyor’ diyorlar.

Dolar bağımlısı olmuşlar, doların sahibine çıkışıyorlar.”

Sonuç:

Yakın geçmişte, ABD’den “Büyük Ortadoğu Projesi Eş Başkanlığı” madalyasını alan, asli görevine döner.

Artık İran için mi, Suriye için mi, Kıbrıs için mi, PKK için mi, hepsi birden mi, siyaseten pazarlık masasına mutlaka oturur.

Verir ödünü, döner ensemize, boza pişirmeye.

Işık Kansu

telgrafhane.org

]]>
http://www.telgrafhane.org/kilicdaroglunun-gorevi/feed/ 0
CHP’de değişim isteyenlerin “Alevi karşıtı” olduğu doğru mu http://www.telgrafhane.org/chpde-degisim-isteyenlerin-alevi-karsiti-oldugu-dogru-mu/ http://www.telgrafhane.org/chpde-degisim-isteyenlerin-alevi-karsiti-oldugu-dogru-mu/#respond Sat, 11 Aug 2018 23:41:32 +0000 http://www.telgrafhane.org/?p=81967 Gelin bir “siyasal toplam” yapalım; ne oldu, ne bitti. Neredeyiz, ne olacak…

CHP’nin Ana Muhalefet görevinden sorumlu olduğu, benim de bir yurttaş ve bir kurum başkanı olduğum dönemde rejim değişti. Tekrar ediyorum: rejim değişti! Ülkem, 1918-19 işgalinden sonraki en bahtsız dönemini son on yıl içinde yaşadı. Tam demokrasiye doğru giden doğrultumuz, mezhepçi eksene evrildi ve yeniden Cumhuriyet öncesine döndük! Artık CHP ve diğer partiler, TBMM, yargı, medya figüran, biz yurttaşlar tebaayız! Yarın neyle karşılaşacağımızı bilmiyoruz. Emekli maaşımız, canımız, maddi-manevi varlığımız teminat altında mı; bilmiyoruz! Adalet, yargı, polis, savcı veya yargıcın veya TBMM’nin bir yaptırım gücü, “tek adamdan” gelen bir telkini, uygulamayı etkileme, değiştirme-reddetme gücü var mı bilmiyoruz…

Borçlarımızı ödeyebilir miyiz, ülkemiz rehin alınır mı, birliğimizi koruyabilir miyiz, iç kavga yaşar mıyız, diğer İslam ülkelerinde olduğu gibi mülteci durumuna düşer miyiz, bilmiyoruz…

Bildiğimiz şu; artık birey değiliz. Birey olmadığımız için bişey de değiliz. Bir eşya ya da bir yaratıktan farkımız yoktur. Birisi yani bir adam ne istiyor, nasıl istiyorsa öyle yaşamak ve itaat etmek zorundayız. Hukukumuzu korumaktan aciz ve uzağız! Umutsuz, yorgun, bedbin ve bitkiniz! Partimiz, derneğimiz, sendikamız, kurumlarımız şeklen var, fiilen yoktur… Bir asırlık asrileşme-modernleşme ve “muasır medeniyet” çabamız, tam demokrasi, eşitlik, adalet beklentimiz boğuldu!

UMUT POŞETLENDİ ÇÖPE ATILDI!

Geleceğimizi-umudumuzu, değerlerimizi çöpe atanlar, devleti “menzilimiz aynı” dedikleri FETÖ’ye teslim edenler, askeri-sivil bürokrasiyi peşkeş çekenler, milyonlarca insanı katleden El Beşiri’yi, “Rabia’yı”, Müslüman Kardeşleri kucaklayanlar, sırf “Alevidir” diyerek Esad’ın ülkesine savaş açanlar, ülkeyi “beka sorunu” noktasına getirdi… Çocuk tecavüzcüleri Milli Eğitimimizde söz sahibi oldu…

Bütün bu muazzam-olağanüstü olumsuz-kötü, insan doğasına uygun düşmeyen, insanın insani özelliklerini yok sayan-edilgenleştiren, tebaalaştıran, uyuşturan, cemaatleştiren değişiklikler CHP’nin Ana muhalefet, benim bir STK başkanı ve yurttaş olduğum süreçte gerçekleşti…

Demokratik platformların kuruluşuna öncülük ettim, yazdım… Dostlarımla birlikte yüzlerce kez sokağa çıktım, gaz-cop yedim, hakkımda davalar açıldı. “Konuşma, sokağa çıkma” denildi. Susmadım, konuştum, sokağa çıktım hapis cezalarına çarptırıldım ama yetmedi, beceremedim. Beceremedik, sürecin önüne geçemedik…

12 Martlara, 12 Eylüllere direnen, işkenceyi, sakat kalmayı, ölümü-hapsi göze alanlar, rahmetli Ecevit gibi direnenler faşizmi ötelemiş, çağcıl doğrultumuzu korumayı başarmışlardı. Ama biz başaramadık. Başaramadık çünkü bedel ödemeyi göze alamadık… İstedik ki, hem koltuğumuzu ve konforumuzu koruyalım, hem de bütün gücüyle üzerimize abanan gerici dalgaya karşı koyalım…

Olmadı, olamazdı da…

Ata’nın emanetini, cumhuriyetin değerlerini, kazanımlarını koruyamadık. Kazanımlarımızı koruyamadığımız, yurttaşlık sorumluluğumu yeterince yerine getiremediğimiz için demokrasi uğruna bedel ödeyenlerden kendi payıma özür dilerim.

Acılar içindeyim: İç dünyam paramparça! Aç kurtlar bedenimi parçalasa, sırtlanlar kanımı içse bunca acı duymazdım. “Nasıl olur da bunca çağcıl birikim, Ortaçağ ilkelliğine yenik düşer! Ve nasıl olur da gerçeği idrak edemeyiz, göremeyiz” diyerek içim içimi yiyor…  AKP’lilerin; “Kılıçdaroğlu bize Allah’ın bir lütfü” dediklerinde bunun bir ironi olduğunu düşünürdüm, şimdi ironi değil gerçek olduğunu düşünmeye başladım… Baksanıza döviz her gece %10 oranında artıyor, ortalığı seller-sular götürüyor, AKP’nin övünerek anlattığı her bir projesi suya-sele gidiyor, denize akıyor ama ortada bir muhalefet yoktur… “İnceleme yapacaklarmış!”

ATATÜRK’ÜN MİRASI CHP VE BİREYİN SORUMLULUĞU

Yukarda yazdım; bütün bu altüst oluş, bu ilkel değişiklikler CHP’nin Ana Muhalefet, benim de bir yurttaş olarak sorumlu olduğum süreçte gerçekleşti… Peki, sorumlu olduğumuz bir zaman diliminde, ülkemiz zehirleniyor, ümüğüne yapışıp öldürülüyorsa-öldürüldüyse nasıl sorumsuz olabiliriz? Nasıl olur da hiçbir şey olmamış gibi davranabilir, “görevimi yaptım” diyebiliriz? “Görevini yaptınsa bu ne?” demezler mi, faturayı önümüze koymazlar mı?

Eğer her şey bunca pisliğe batmış, siyaset kokmuş, elde avuçta ne varsa satıp-savılmışsa, sistem, mezhep devleti rejimine evrilmiş, kapitülasyon tehlikesi baş göstermişse… Ve ben iktidardan sonraki en sorumlu makamdaysam, “bana ne” diyerek, o makamda oturabilir miyim?

ÖZÜR DİLEMEK YERİNE MEZHEP KARTI…

Bu süreci görüp, sokağa çıkıp itiraz etmeyen kişi suçlu mu; evet… Kurumlar, görevini yapmayan sendikalar, STK’lar, birlikler, Gezi Parkı eylemine bigâne olanlar, ihanet edenler suçlu mu; evet… Eee? Değerli kardeşlerim Hak aşkına bunca kişi, kurum suçlu ama bu noktaya gelişimizin birinci sorumlusu olan, bunu duyumsayıp yüzü kızarması ve gereğini yapması gereken Ana Muhalefet partisi yönetimi suçsuz ve sorumsuz öyle mi?..

Niye bunu söylüyorum?

Çünkü CHP’de Aleviler üzerinden oyun oynanıyor. Partiyi yöneten kast, bir kısım Alevi kardeşimizin inançsal dürtülerini kışkırtarak; “Kemal bey iyi insan, çok da çalışkan, Onu çok seviyoruz ama bu böyle gitmiyor, gitmedi, gitmez. Artık bir değişim şart, Kurultay’ın önünü açsa iyi olur” diyenlere dönük gerçekdışı tezviratlar üretiyor ve meseleyi en ilkel noktadan ele alarak, değişim isteyenlerin “Alevi karşıtı” olduğu yalanına başvuruyor!  

Bu çok basit ve fakat çok tehlikeli bir yalandır!

Malum, Alevi kurumlarında 30 yıl yöneticilik yaptım. İletişim içinde olduğum baskın kitle Alevilerdir… O nedenle Alevilerin en azından bir bölümünün bu yalana inandığı, kaosun derinleşerek bir kriz haline dönüşmesine katkı verdiğini görmekteyim…

Kardeşlerim; değişim isteyenler “Alevi karşıtı” değil, ülkenin geleceğinden endişe duyan Alevi-Sünni, inançlı-inançsız yurttaşlardır, CHP’lilerdir. Parti kamuoyu Sn. Kılıçdaroğlu’nun Aleviliğinden katiyen rahatsız değildir; doğrusu Aleviliğiyle ilgili de değildir. Hiçbir lidere karşı göstermediği vefayı, korumayı, Sn. Kılçdaroğlu’na göstermiştir. Öyle olduğu içindir ki, sekiz seçim kaybetmesine karşın güven duymuş, oy vermiştir…

Fakat ne olur anlamaya çalışalım; duvara dayandık ve gidecek yerimiz, tutacak dalımız kalmadı!

Şimdi ülkeyi bu hale getirenler, CHP’yi tümüyle bitirmek ve alternatifsiz kalmak adına son kozlarını oynuyor, fitne çıkartıyor, parti bünyesindeki kardeşliğimizi bozmak istiyorlar. Utanmasalar “bırakın CHP’yi biz yönetelim” diyecekler. Lütfen, tek umudumuz olan parti bünyesindeki Alevi-Sünni kardeşliğini örselemeyin, kaim tutun, güçlendirin, fitnenin parçası olmayın!

Artık anlayalım; Partideki talep, salt bir nöbet değişiminden ibarettir ve bir zorunluluktur…

VE EVET; SORUN YAPISALDIR

“Partinin tek sorunu liderlik değil, yapısaldır, çünkü Partinin örgütü yoktur, delegelik parti ağalığına dönüştü” diyenler yerden göğe halkıdır. Haklıdır ama yapısal sorunu çözmek sorumluluğu da lider kadrosunundur. Dolaysıyla hâlihazır CHP liderliğinin ertelenemez görevi, delege sayısı hesap etmeyi, üç eksik-beş fazla demeybiryana bırakıp, dipten gelen değişim talebinin önünü açmaktır. Aksi durumda gördüğüm şudur; Parti yerel seçimlere bir türlü hazırlanamayacak ve tarihi bir yenilgi alacaktır!

Bu bağlamda liderliğe düşen sorumluluk, salt Muharrem İnce’ye değil, diğer adaylara da zaman ve zemin yaratacak şekilde fırsat tanımak ve “Asiye’nin kurtuluşunu” sağlamaktır.

Murtaza Demir

Odatv.com

]]>
http://www.telgrafhane.org/chpde-degisim-isteyenlerin-alevi-karsiti-oldugu-dogru-mu/feed/ 0
EVANJELİZM VE ABD YÖNETİMİ http://www.telgrafhane.org/evanjelizm-ve-abd-yonetimi/ http://www.telgrafhane.org/evanjelizm-ve-abd-yonetimi/#respond Sat, 11 Aug 2018 23:39:58 +0000 http://www.telgrafhane.org/?p=81961 Evanjelist din adamı Andrew Brunson’un ev hapsinde olması nedeniyle ABD ile Türkiye arasında gerilim devam ederken 3 Ağustos günü ABD Dışişleri Bakanı Pompeo ile Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu arasında Singapur’da yapılangörüşme sonunda Pompeo’nun “Brunson’un eve dönmesi gerek, tıpkı Türk hükümeti tarafından tutulan diğer Amerikan vatandaşları gibi” (Cumhuriyet, 4 Ağustos 2018) açıklamasının ardından Washington’da 8 Ağustos günü iki ülke heyetleri arasında başlayan görüşmelerde taslak bir çerçeve belge üzerinde çalışıldığı, ön mutabakat sağlanırsa son sözü liderlerin belirleyeceği anlaşılmaktadır. (Cansu Çamlıbel, Washington, Hürriyet, 9 Ağustos 2018)

İki ülke arasındaki krizin tırmanmasında Başkan Trump başta olmak üzere yardımcısı Mike Pence’in ısrarlı davranışının önemli bir rolü olmuştur. ABD Başkan Yardımcısı Pence’in Katolik mezhebindeyken bu mezhebi terk ederek Evanjelist mezhebini kabul eden bir politikacı olduğu unutulmamalıdır.

ABD’de yaklaşık 100 milyondan fazla taraftarı olan Evanjelizmin toplum içinde olduğu kadar yönetim içinde de önemli bir güce sahip olduğu bilinmektedir. Örneğin ABD Hazine Bakanı Steven Mnuchin evanjelist bir Yahudi’dir ve yönetim içinde ağırlığı olan bir politikacıdır. Bir Protestan mezhebi olan Evanjelistlere ABD’de “Hristiyan Siyonistler” adı da verilmektedir.

ABD toplumu ve yönetimi içinde etkisini giderek arttıran evanjelizmin yeni bir küresel düzen kurma çabası içinde olduğu biliniyor. Evanjelizmin ABD’deki güçlü İsrail lobisinin de desteğini alarak Ortadoğu’da ABD’nin çıkarları doğrultusunda yeni bir düzen kurmak için kararlı olduğu fark edilmektedir.

Daver Darende

telgrafhane.org

]]>
http://www.telgrafhane.org/evanjelizm-ve-abd-yonetimi/feed/ 0