16.07.2016, Cumartesi

  • En Çok Okunanlar
  • En Çok Yorumlananlar

BURADA BULUŞUYORSAK UZAT ELİNİ OBAMA / Muzaffer İlhan Erdost yazdı..
BURADA BULUŞUYORSAK UZAT ELİNİ OBAMA / Muzaffer İlhan Erdost yazdı..
6 Nisan 2016 11:29
Font1 Font2 Font3 Font4

Obama’nın, “Başkan” olarak, Beyazsaraya varmak için, Abraham Lincoln’ün Washington’a geldiği yolu izlediğini okuduğum zaman duygulanmıştım. “Çekiç Güç”ün gölgesinde Uğur Mumcu’nun öldürüldüğü günün yıldönümüydü, bu satırları yazmıştım. Dün, Nükleer Güvenlik Zirvesinde konuşmasını izlerken, Obama’ya, giderayak da olsa, bir kez daha “uzat elini” demek geldi içimden. Okumak isteyeceklerle paylaşmak istedim.

 

 

 

Küresel bunalımın başkenti Washington.

Küresel egemenliğin başkenti de Washington.

Washington, şu günlerde gömlek değiştiriyor.

Gömlek değiştiren “küresel bunalım” mı olacak, küresel egemenlik stratejisi mi değişecek!

Bizim için daha önemli olan, Türkiye, Washington’un gündemine hangi yüzüyle alınacak? Laik, sosyal bir hukuk devleti, bağımsız bir ulus kimliğiyle mi? Sevr haritalarına yansıyan, Ermenileri, Rumları, Kürtleri kesmiş barbarlar kimliğiyle mi?

“Ulusal irademiz”in ve ulus olarak varlığımızın yol haritasını biz mi belirleyecek ve çizeceğiz, yoksa Washington çizmeye devam mı edecek?

Masamıza ve önümüze, 12 Mart yarı-askeri darbesi, 12 Eylül cuntası ve  bunların çizmeleri altında Kızılırmak olup akmış kandan kotarılmış menü mü konacak, yoksa ayaklarımızın altına Çekiç Güç ile açılan Kandil ve Ararat ile açımlanabilen “Yeni-Sevr” haritaları mı serilecek?

Walt Whitman’ın  “Oy Reis Koca Reis” şiirinde öldürülüşü çığlıklanan Abraham Lincoln’ün yol haritasında, insanlık, insanlığın demokrasi ülkülerini ve doğal özgürlük susuzluğunu mu soluyacak? Yoksa bu canımız, özümüz, varlığımız, tutsaklığımız ve özgürlüğümüz ülkemiz, yeniden, Aksoy’un başına sıkılan ve Mumcu’nun gövdesini ikiye biçen kurşun ve bombaların karanlığına mı gömülecek?

Cumhuriyet’te (22 Ocak 2009) “Yeni ABD Başkan’ının isteği üzerine Guantanamo tutsaklarını ‘yargılayan’ askeri mahkemeler 120 gün süreyle durduruldu.” haberinin yayınlandığı gün, Evrensel’de, Barack Obama’yı, ABD ve Asya borsasının sert düşüşle karşıladığı haberi yer alıyordu.

Clinton, seçildiği zaman, ilk olarak, ABD dolarını “dünya altını” yapacağını söylemişti. Belki o zaman dolar dünya altını olmadığı için “para”ydı. Ama Sovyetler Birliğinin çözülmesiyle birlikte, ABD, Adriyatik’ten Çin Seddine, Yeşil Kuşaktan ılımlı islama değin bir dizi senaryonunkalbine Türkiye’yi yerleştiriyor, ve ABD,  dolar ile petro-doları çiftleştirerek, kan dökerek, can alarak, yakarak ve yıkarak, yeryüzünün yeni altınına yani altın-dolara ulaşmaya çalışıyordu.

Simyacılık eski bir meslektir. Dolar bir kağıt olarak altın ile değişilse de, doğal ki altın olmayacaktı. Ama bir sabah uyandığı zaman, kendisini böcek olarak bulmuş olan Kafka gibi, dolar da kendini “Tanrı” olarak bulmaya başlamıştı. “Barış”ı özleyenlere, insanlığın birikmiş ve gaspedilmiş emeğinden ürettikleri/yarattıkları doların, yalnızca kendini yaratanları buyruğu altına almakla kalmadığını, onları, insanlığı kendisine kurban etmeye hazır robotlara dönüştürdüğünü yazmıştım.

Obama Hüseyin’i borsanın negatif selamlamış olmasından şu sonuca varabiliriz ki, sanal tanrı dolar, düşten uyanabilir; Guantonama’da 120 gün duruşmaların ertelenmesi, bize, altın olmak için binlerce insanın kanını döken dolar, bir kağıt parçasından başka bir şey olmadığının bilincine varabilir.

Soru şu: Dolar, Okyanuslardan, Akdeniz’den ve Basra Körfezinden, üstümüze doğrulttuğu namluların gölgesinde, halkları olduğu kadar emeği ve emekçiyi dize getirmeye, kolları uzuyorsa kırmaya, kafası dikleşiyorsa boynundan koparmaya devam mı edecek, yoksa Abraham Lincon ile kucaklaşan insanlığın “demokratikleşme ülküsü”nü yeşerterek “doğal özgürlük susuzluğu”nu gidermeye mi yönelecek? Binlerce kilometre katederek Washington’a gelmiş kara, boz, sarı, ak tenleri ve giysileriyle rengarenk coşkulu yığınların, söylenen sözlerin ve çığrılan türkülerin ezgisinde duyulan  doğal özgürlük susuzluğu yaşama geçebilecek mi?

Çünkü, ve hiç unutmayalım ki, Amerika, emperyalizmin kanlı ve kirli kimliğinin çelik kafesi içinde solumaya çalışan kocaman bir halkla birlikte Amerika’dır. Lincoln’ün, o Koca Reisin, o özgürlüğün Büyük Babasının dalgın, derin ve kaygılı bakışlarının altında, emperyalizmin ezdiği, çiğnediği yeryüzünün halklarının özlemiyle kucaklaşmayı özleyen kocaman bir Amerikan halkı var.

1974 Helsinki Yurttaşlık Bildirgesiyle, etnik, dinsel, mezhepsel ayrımcılığı, Sovyetler Birliğinin, ardından Yugoslavya’nın önüne koyan ve bu ülkeleri etnik ve dinsel kökenlerine göre ayrıştırmış bulunanların, Türkiye’yi hedefe aldıklarını, bir zamanların ABD Ankara Büyükelçisi olan Abramowitz’in sözleriyle, “Türkiye’nin ikiye-üçe bölüneceğini sanıyordum, beşe altıya bölüneceği için gecikti bölünmesi” diyenleri anımsayalım. Türkiye, beşe altıya bölünememişti ama, ABD, yani Birleşmiş Devletler, ‘“birleşmemiş” devletler olarak, etnik, dinsel, ırksal ayrılmanın eşiğine gelmişti. Ayrılmanın eşiğine gelmiş, Huntington’ın sözleriyle, “küreselleşme, çok kültürlülük, kozmopolitlik, göçler, alt-milliyetçilik ve karşı-milliyetçilik, Amerikan bilincini yıpratmış, etnik kimlik, ırk kimliği ve cinsiyet kimliği ön plana geçmiş, ulusal bütünlük ve ulusal kimlik duygusu erozyona uğramış, 2000 yılından önce Amerikan bayrağı yarıya indirilmişti. Diğer bayraklar (yani etnik, dinsel, ırksal bayraklar) Amerikan bayrağının çekildiği gönderde daha yükseklerde dalgalanıyordu.”

Yazar, “Ciddi tehditlerle karşı karşıya kalan toplumlar ulusal kimlik duygularını, ulusal hedeflerini, ortak kültürel değerlerini canlandırarak çöküşlerini erteleyebilir, parçalanmalarını sona erdirebilirler. Amerika 11 Eylülden sonra bunu yaptı.” diyor.

Bir başka deyişle, 11 Eylül baskını, Amerika’nın ulusal kimlik duygularını, ulusal hedeflerini, ortak küresel değerlerini canlandırarak çöküşlerini erteleyebilmiş, ve kendi içindeki parçalanmaları sona erdirebilmişti. Aması vardı. Ama, aynı zamanda, 11 Eylülden (2001) aldığı güçle, ABD, küresel egemenlik yolunda, küresel egemenlik amacının karşısına çıkanları bertaraf ederek, ve bunun için de, hedefteki ülkeleri etnik, dinsel, mezhepsel anlamda paramparça edip lime lime doğruyarak yol almış, kan tazelemişti.

Gladyo örgütünü ortaya çıkartan isim olarak bilinen İtalya eski Cumhurbaşkanı Francesco Cossiga’ya göre, “İtalyan merkez solu olmak üzere, Amerika ve Avrupa’nın bütün demokratik unsurları gayet iyi biliyorlar ki, 11 EYLÜL SALDIRILARI, CIA ve MOSSAD tarafından, Arap dünyasını suçlamak ve Batılı güçleri Irak ve Afganistan’a müdahaleye tahrik etmek için planlanmıştı.” (Evrensel, 14 Ocak 2008.)

NATO ise, New-York ve Washington’da gerçekleştirilen saldırıları, NATO’yu oluşturan devletlere ve NATO ile korunan sisteme bir saldırı olarak nitelemiş ve bu saldırının terörist bir örgüt ya da örgütler tarafından değil, devlet ya da devletler tarafından yapıldığı görüşünü benimsemiş, NATO-dışı alanlara askeri müdahalenin, NATO ile korunan sistemi korumak olacağı kararına varmıştı.

Afganistan’da NATO, Irak’ta ABD, 11 Eylülün çocuklarıydı. ABD, “Çekiç Güç” ile Irak’ta amaçladığı sonuca, 11 Eylülün açtığı kulvardan varmıştı. Guantanamo, 11 Eylülün çocuğunun çocuğu, yani Bush’un gayri-meşru çocuğuydu. Obama Hüseyin, bu “veledi zina”yı, Beyaz Sarayda kundağa yatıracak mı, yoksa bu mirası reddedecek mi? Çünkü Aksoy da, Mumcu da, katillerini tanımamızı istiyor bizden…

 

·

 

Obama, “Biz bir ulusuz, bir halkız, biriz!” diyor.

Unutulmasın biz de bir ulusuz, daha doğrusu, ABD’den de önce, biz bir ulusuz, bir halkız, biriz.

Burada buluşuyorsak, uzat elini Obama!..

Bizim elimiz, demokratik ülküler elidir, doğal özgürlük tutkusuyla tutuşan insanlığın elidir.

 

Muzaffer İlhan Erdost
telgrafhane.org



Yukarı Geri Ana Sayfa

x

Telgrafhane'yi Facebook'tan takip edin



Telgrafhane'yi Twitter'dan takip edin

x
Telgrafhane facebook uygulamasına
bağlan
59 Sorgu Yapıldı. 0,214 Saniyede Oluşturuldu.